ANALİZ..."Mumcu neden istifa etti?"

Aslında siyasi kulisleri yakından takip eden ve kamuoyuna yansımayan gelişmelerden haberdar olanlar için böyle bir gelişme beklenebilirdi, hatta bekleniyordu...




Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun bakanlıktan ve partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa etmesi, kamuoyunda şaşkınlıkla karşılandı.


Aslında siyasi kulisleri yakından takip eden ve kamuoyuna yansımayan gelişmelerden haberdar olanlar için böyle bir gelişme beklenebilirdi, hatta bekleniyordu...

Ayrıca bu tür kulis bilgilerine vâkıf ol(a)mayan ciddi siyasi analizciler de, bu tür bir çıkışı Erkan Mumcu’dan gelmese bile başka bir isimden kuvvetle muhtemel görüyorlardı. Bu bahislere dönmek üzere, bu gelişmeyi içinde değerlendireceğimiz tabloyu resmedelim.

Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundan çok kısa bir süre sonra yapılan 3 kasım 2002 seçimlerinde büyük bir başarı gösterdi, seçim sisteminin de yardımıyla neredeyse Anayasa’yı değiştirebilecek bir çoğunlukla iktidara geldi.

Böylece merkez sağda ve sağda, AK Parti dışındaki partilerde hâlâ içinden çıkamadıkları bir hesaplaşma süreci başladı. Bu durum, 18 Mart 2004 tarihinde yapılan mahalli idareler genel seçimleriyle pekişti. AK Parti’nin oy oranı artarken, sağda DYP ve MHP dışındaki bütün partiler silindi, bu iki parti de aradan geçen zaman zarfında merkez sağda AK Parti’ye rakip olabilecek bir performans sergileyemedi.

MHP zaten merkez sağa ilişkin bir niyet ve bu niyete uygun bir yapılanma içine girmediği ve siyasi yelpazede geleneksel konumuna çekildiği için bu yarışın dışındaydı.

DYP ise TBMM içinde var olan AK Parti ile CHP arasında kutuplaşan siyasi yapılanmada kendisine şu ana kadar bir kulvar açmayı başaramadı. 28 Mart seçimlerinden sonra AK Parti’nin gücünü koruduğu, hatta daha da güçlendiği anlaşılınca, merkez sağda yeni bir seçenek oluşturmak üzere ANAP ile DYP’nin birleşmesine ilişkin çalışmalar başladı. ANAP’ın başına geçen Nesrin Nas bu konuda gayret sarfederken, ANAP Genel Merkezi’ndeki arkadaşları tarafından desteklenmeyince istifa etti ve böylece bu proje de suya düştü.

Türk siyasi hayatında gelecekte de önemli roller üstlenmesi belenen Nesrin Nas’ın projesi, bu birleşmeyi iki partinin birleşmesiyle sınırlı görmeyen bir misyonu içeriyordu. Bu misyon, AK Parti’yi, sahiden değişmemekle veya takiyeyle suçlayan merkez sağın işsiz kalmış siyasetçiler sınıfından farklı olarak, “değişimci” ve “demokrat” cepheye yerleştirerek hakkını teslim ettikten sonra işe başlıyordu.

Nas’a göre, bu haliyle AK Parti, Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi almayı başarabilirdi ancak AK Parti Avrupa Birliği’ne giriş müzakerelerini yürütebilecek ve artık kabası atıldıktan sonra “ince işçilik” isteyecek değişim sürecini yönetebilecek ve yürütebilecek kadrodan mahrumdu.

İşte birleşmeyle ortaya çıkacak merkez sağ, AK Parti’nin tıkandığı bu noktada devreye girerek, AK Parti’yi aşacak bir alternatif olabilecekti.

Hatta Nesrin Nas, 28 Mart 2004 seçimlerinden hemen sonra ortaya koyduğu bu misyonla, o dönemdeki en mühim siyasi hamleyi yaparken, AK Parti’yi değişime yakın olmak bakımından DYP’ye nispetle kendilerine daha yakın bulduklarını da söylemişti.

Nas’ın bu tezi, o dönemde AK Parti hükümetinin Avrupa Birliği’nden 17 Aralık 2004 tarihinde tam üyelik için müzakere tarihi alacağına inanılmadığı için, belki de Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye müzakere tarihi vermeyeceğine inanıldığı için etkisini göstermedi.

Ancak 17 Aralık 2004 tarihinde Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin tam üyelik için müzakere tarihi almasından sonra, yani Nas’ın tezi maddi gerçekliğine kavuşunca anlam kazanabildi. Bundan sonra AK Parti’ye merkez sağda seçenek arayanlar, AK Parti’nin “muhafazakar demokrat” kimliğine karşı “milliyetçi muhafazakar” bir sağ tepkiyle değil; belki “modern liberal muhafazakar” denebilecek bir zeminde bir alternatif aranabileceğini kabul etmeye başladılar. Bu halde de, DYP’nin merkez sağı derleyip toparlayacak bir adres olması daha da zorlaştı. Mevcut partilerin dışında yeni bir oluşumun önü açılmış oldu...

Bu genel tablo perspektifinden Erkan Mumcu’nun istifasına bakalım. AK Parti, daha kurulurken ve 3 Kasım 2002 seçimlerine aday gösterirken eski siyaset sınıfına bir mesafe koydu.

Bu çerçevede değişmemişsiniz, merkez sağın siyasetçileri neden aranızda değil, tarzında eleştirileri göze alarak kendi kadrolarıyla halkın karşısına çıktı. Erkan Mumcu bu bakımdan başka bir siyasi partide, üstelik sicili en bozuk partide, Anavatan Partisi’nde bakanlık ve genel başkan vekilliği yapmış olmasına rağmen bir istisna teşkil etti. Tabiatıyla bu bir tesadüfün eseri değildi.

Mumcu ANAP’ta siyaset yapmakla beraber eski siyasetçiler sınıfına girmeyen kıratta bir cevhere sahipti. Dahası Mumcu, AK Parti’nin seçimleri kazanmasına yol açan değişim projesini, vaktiyle ANAP için teklif etmişti. İşte bu nitelikleriyle AK Parti’den önce milletvekili, sonra da bakan olan Mumcu, gerek kısa süren Milli Eğitim Bakanlığı’nda gerek ANAP zamanında da üstlendiği Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda olumlu performans ortaya koymuştu. Ancak Mumcu, daha ANAP’ta kendisine yakıştırılan merkez sağın potansiyel/ müstakbel lider adayı kimliğini üzerinde taşımaya devam etmiş ve kamuoyuna sadece kendi bakanlığından sorumlu bir bakan gibi değil, bütün hükümet politikaları hakkında “rey sahibi” profille konuşmaya devam etmişti. Ayrıca YÖK gibi meselelerde, sorunu yaymak yerine, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bırakılsaydı kendisinin yapmak istediği gibi derhal netice alınacak bir yöntemde ısrar ediyordu. Son olarak da AK Parti’nin, ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerde gerçekleri doğru okuyamadığını iddia ediyordu. AK Parti liderliği ise kuruluşunda ortaya koyduğu gibi eski siyasetçiler sınıfından uzak durmaya 28 Mart 2004 mahalli idareler seçimlerinde de devam ederek, başarısını şahsen çok başarılı olsalar da Başbakan Erdoğan dışında kişilerin, hele dışardan gelen kişilerin kimliği üzerine kurmama kararlılığına devam etmiştir. Üstelik şu andaki durum itibarıyla Avrupa Birliği perspektifinin getirdiği ekonomik başarılar, siyaseten rakipsizlik ve kamuoyu yoklamalarında AK Parti’nin güçlenmeye devam etmesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın parti ve hükümet içindeki elini ziyadesiyle güçlendirirken; Mumcu’nun da “özerk” diğer bakan ve milletvekillerinin de taleplerini karşılamak mecburiyetinde kalmamasını sağlıyordu.

Erdoğan’ı ve Mumcu’yu yakînen bilenler için, işin kopmayla bitmesinin şaşırtıcı bir yönü yoktur. İşin bu zamana kadar sarkması ise, iki tarafın da siyasi sabrına ve basiretine yorulmalıdır. Yukarıda ifade edildiği gibi, Avrupa Birliği için 17 Aralık’ta müzakere tarihi almış bir AK Parti’ye karşı çıkabilecek alternatif, artık “milliyetçi muhafazakar, statükocu” çizgide olamaz, “modern liberal muhafazakar, değişimci” çizgide olabilir. Bu kulvar için ise, akla ilk gelebilecek isimlerden biri Erkan Mumcu’dur. Mamafih bu alternatifin önünün açılabilmesi esas itibarıyla Nesrin Nas’ın öngörüsünün tutmasına, yani Avrupa Birliği’ne uyum müzakerelerini ve “ince işçilik” isteyen değişimi yapamamasına bağlıdır, ki bunu görmek de zaman alacaktır. AK Parti ise, bu haliyle halihazırda rakipsiz bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. AK Parti, Nas’ın öngörülerini haklı çıkarmaz ve vaktiyle Adalet Partisi’nin bölünmesine yol açan Meclis’teki büyük grubunun kö- tü yönetilmesi gibi hatalardan uzak durur- sa, alternatifi sağda değil, solda aranacaktır.

SİYASETBİLİMCİ