Nuh Nebi’den kalma bir gelenek: Aşure

Aşurenin sadece lezzetiyle ilgilenenler ya da güzel bir aşure yapmak isteyenler, bu metinde bir şey bulamayacak. Yazının muhatabı, aşuredeki nefis tadın arkasındaki zenginliği merak edenler... Tarihi, pişirilme törenleri, içindeki hububatın sembolik anlamı, aşureye özel testileri, elhasıl aşure etrafında örülen bu incelikli kültürü merak edenler, buyrun aşure kâsesinin başına...




Önümüzdeki cumartesi, hicri takvime göre 10 Muharrem. Yani aşure günü. Dünyanın gailesine dalıp 10 Muharrem’in yaklaştığından habersiz isek, bakliyatçı dükkanlarında, aktarlarda ve kuruyemişçilerde bu hafta en görünür yerlere asılacak ‘Aşurelik’ tabelaları hatırlatacak bize, bu günün yaklaştığını. Muharrem’in 10’unda ve bugünü takip eden haftada, bu güne hürmet gösteren hanımlar, daha beyaz ve daha leziz aşure pişirmek için gizli ve tatlı bir rekabete girişecek, konu komşunun kapısı çalınıp birbirinden leziz aşureler dağıtılacak. Aşure pişirilen evlerin sayısının her geçen yıl biraz daha azaldığı doğru; ancak ardında farklı anlam katmanlarını ve kadim bir geleneği barındıran bu âdet, eski ritüellerinin ve seremonik yanlarının birçoğunu modern zamanlarda yitirmiş olsa da canlılığını korumaya, yaşamaya devam ediyor.

10 Muharrem’de aşure pişirip yeme, komşulara ve fakirlere dağıtma âdetinin dayanağı çok eski. Hz. Nuh’un gemisinin, tufandan sonra 10 Muharrem’de karaya oturduğu rivayeti, en yaygın olanı. Aşurenin içeriğini de belirleyen bu rivayete göre; sular çekilip sağ salim karaya çıkılınca geminin ambarında kalan hububat ve bakliyat bir araya getirilip tatlı bir çorba yapılmış, bir şükran ayini düzenlenip yenmiş. Bereketin, kurtuluşun ve şükrün bir nişanesi olan aşure pişirme âdetinin tek gerekçesi bu değil tabii. Hz. Adem ve Hz. Davud’un tövbelerinin bugün kabul edildiği, Hz. Süleyman’a hükümdarlığın bugün verildiği, Hz. Yunus’un balığın karnından bugün kurtulduğu, Hz. Musa’nın İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden bugün kurtardığı, Hz. Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’a bugün kavuştuğu, Hz. İbrahim’in mancınıkla atıldığı ateşten bugün kurtulduğu, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceği teminatının bugün verildiği, Cebrail, İsrafil, Mikail, arş, sema ve cennetin bugün yaratıldığı da Aşure gününe, 10 Muharrem’e atfedilen diğer rivayetler...

Peygamberimiz aşure orucu tutardı

10 Muharrem’in mübarek sayılması ve bugüne hürmet gösterilmesi, Peygamberimiz’in kimi uygulamalarına da dayanıyor. Kaynaklar, İslam öncesi Mekke’de 10 Muharrem’de oruç tutulduğunu, Kâbe’nin örtüsünün bugün değiştirildiğini, Hz. Nuh’tan sonra bütün Sâmî dinlerde bugünün mübarek sayıldığını, Yahudilere bugün oruç tutmanın farz kılındığını yazıyor. Hz. Peygamber’in de bugüne hürmet edip oruç tuttuğu, Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra bazı aşure oruçlarını tutup bazılarını tutmadığı, Hz. Aişe’den nakledilen bir hadiste de yer alıyor. Yine Buhari’de yer alan bir hadise göre Hz. Peygamber, Hz. Nuh’un bugünde karaya çıktığını, Hz. Musa’nın ve İsrailoğullarının Firavun’dan bugün kurtulduğunu söyleyen Yahudileri tekzip etmemiş, “Biz Musa’ya sizden daha layıkız.” diyerek de aşure gününde oruç tutulmasını tavsiye etmiş.

Aşure haftasında kana kana su içilmezdi

Aşure gününün, İslam kültüründe bu kadar revaç bulmasının, bu güne bu kadar hürmet gösterilmesinin diğer bir sebebi ise Peygamberimiz’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in bugün şehit edilmesi. Hz. Hüseyin’in Hicri 10 Muharrem 61’de Kerbelâ’da Yezid ve askerleri tarafından şehit edilmesiyle, Şiî Müslümanlar arasında 10 Muharrem özel bir önem kazanmış; matemlerle dövünmelerle tutulan bu güne özel yas, Şiî inancın canlı tutulmasında, mezhep bütünlüğünün korunmasında önemli bir işlev görmüş. Bu yas ve matem geleneği, İran, Irak başta olmak üzere, İslam ülkelerindeki Şiî Müslümanlar arasında halen devam ediyor.

Sünni Müslüman halklar içinde, belki de en yoğun olarak Müslüman Türk toplumlarında tezahür etmiş olan Ehl-i Beyt muhabbeti, aşure gününde de ortaya çıkıyor. Daha 60-70 yıl öncesine kadar Anadolu’nun pek çok yerinde yaşayan bir sünni âdet ise bunun en çarpıcı örneklerinden biri... 10 Muharrem’de ve bu günü takip eden haftada kana kana su içilmesi, susuz bırakılarak şehit edilen Hz. Hüseyin’e bir hürmetsizlik sayılırmış. Su içilirken sadece bir iki yudum alınır, Hz. Hüseyin’in susuzluğu hissedilmeye çalışılırmış. İstanbul’da ve Anadolu şehirlerindeki bütün tarikatların tekkelerinde 10 Muharrem’de dev kazanlarda aşureler pişirilirken uygulanan erkân ve usulde Hz. Hüseyin’e ve 12 İmam’a yapılan atıflar ise bu muhabbetin ve hürmetin başka bir göstergesi...

İstanbul’da ve Anadolu’da neredeyse her evde, bütün tekke ve asitanelerde aşure kazanları kaynadığı, birbirinden süslü aşure kâse ve testileri elden ele, kapıdan kapıya dolaştığı için, o günlerde bu leziz tatlının tarçından, gül suyundan ve miskten mürekkep buğusu bütün şehri sararmış. Bugün evlerde tencerelerde kaynatılan aşurelerin o tatlı buğusu, şehrin sokaklarını doldurmaya ve içimizi sarmalamaya yetmiyor ne yazık ki. Yılın hemen her gününde pastanelerin ve tatlıcıların vitrinlerini süsleyen aşureler de, ne kadar lezzetli olurlarsa olsunlar, vaktinde pişirilmiş bir aşurenin tadından çok uzaklar. Türlü ritüellerle süslenmiş ve lezzeti inceltilmiş bu aşure geleneğinin ne kadar ve nasıl yaşayacağı ise bu kültürün mirasçıları olarak bizim elimizde; başkasının değil.

Gelenek kesintisiz sürüyor

İstanbul’da Kâdirîler Âsitânesi’nin 385 senelik geleneksel yemeklerinden olan aşure, bu mekanda senede iki defa hususi merasimle pişirilir. İlki Muharrem Aşuresi’dir. (Kerbela Vakası sene-i devriyesi anısınadır.) İkincisi Sefer Aşuresi’dir. Hz. İmam-ı Zeynelabidin’in Kerbela’dan sağ salim kurtulması ile Peygamber neslinin devamının kurtulmasıdır. Biri hüzün ve matem, diğeri coşku ve sevinci temsil eder. (...) Tekke yaşantısında aşure pişirilmesi ve yenilmesi bir nevi ibadettir. Aşure içine konan her malzeme, birer esmâya işarettir. Çiğ olarak kazana girerler, pişerler olgunlaşırlar ve en sonunda durulur ve teslimiyyet haline gelirler. Onun için bir zerresi dahi bir Fatiha’dır; yere düşürülmez, zayi edilmez. (...) Günümüzde bu gelenek kesintisiz bir şekilde sadece Kâdirî-hâne’de sürdürül-

mektedir.

(H. Necdet İşli, Yemek Kitabı, Haz: Sabri Koz, Kitabevi Yayınları)

KAYIP AŞURE SÖZLÜĞÜ

SARAY VE KONAK AŞURESİ: Saray ve konaklarda pişirilen aşuredir. Önce padişaha ve saray efradına sunulur, sonra ilmiye ve mülkiye ricalinin konaklarına gönderilir ve bütün İstanbul halkına dağıtılırdı. Diğer aşurelerden farklı olarak ‘süzme’ ve ‘sütlü’ olmak üzere iki türdür. Bir tür muhallebi kıvamında hazırlanan bu lüks aşureye piştikten sonra bademşekeri ve çikolata da dahil edilir.

CEVAP: Sarayda pişirilen aşure, aşureye mahsus kâselere ve testilere konularak, kamu görevlilerinin, ilmiye ve mülkiye ricalinin konaklarına tablakârlar ile gönderilirdi. Ertesi gün ‘cevap’ denen usul gereği, boş testi ve kâseler, içlerine çikolata, bademşekeri, fıstık gibi çerezler konur, konak ağalarınca saraya iade edilirdi.

AŞURE TESTİSİ: Aşure dağıtımında kullanılan özel kâselerdir. Saray mensupları ve hali vakti yerinde kimseler, gönderdikleri aşureleri, kristal, porselen, bakır, gümüş ve pirinçten yapılmış, sürahi biçiminde ve ağzının bir kenarı yalaklı olan tek kulplu aşureliklere koyardı. Bunlar raflarda saklanır, kıymetli hediyeler olduğu için ‘şu saraylı filan hanımın aşure testisi’ diye anılırdı.

AŞURE PİŞİRME USULÜ: Tekkelerde pişirilen aşurenin hazırlanması, salavatlarla dualarla tam bir tören havası içindeydi ve uygulanan her ritüel, Ehl-i Beyt muhabbetini gösteren bir içerikle yüklüydü. Evlerdeki tören ise daha yalındı: Aşure kazanı ocaktan indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştırıp bir Yasin-i Şerif okur, üstüne beyaz bir örtü örterek aşureyi demlenmeye bırakırdı. Daha sonra evin en büyüğünden en küçüğüne sırayla aşure dağıtılır ve salavat getirildikten sonra yenilirdi.

AŞURE TERİ: Aşurenin demlenmesi için üzerine örtülen tepside boncuk boncuk birikmiş buhara verilen isim. Bu buhar şifa niyetine göz kapaklarına ve alna sürülürdü.

AŞURE BAKLASI: ‘Bereket baklası’ olarak da anılır. Aşure yenirken ağza gelen ilk bakla çiğnenmez çıkarılır, yıkanıp kurutulduktan sonra para kesesinin içinde saklanırdı. Bu âdet o kadar yaygındı ki hemen herkesin kesesinde bir aşure baklası bulunurdu.

AŞURE ÇEYİZİ: Dergâhta pişen aşurenin üstüne, 12 İmam ve 12 Pirân’a işaret olarak 12 parça kaymak, fındık, fıstık, badem, kuru üzüm, şamfıstığı, kuşüzümü, nar tanesi, hindistancevizi, ceviz ve kabuklu fıstıktan oluşan kuruyemiş ile süslenirdi. Gösterişli ve eksiksiz olması şartı vardı. Çünkü on bir kalemden oluşan bu ‘çeyiz’ 11 İhlas ve bir Fatiha sûrelerine işaret ederdi.

AŞURE GOYGOYCULARI: Çoğu görme ya da fiziksel engelli adamlar, 10 Muharrem ile başlayan haftada birden İstanbul sokaklarında peydah olur, bütün semtleri dolaşırlardı. ‘Aşure goygoycuları’ olarak bilinen, üstleri başları eski giysiler içindeki bu adamlar altışar kişilik gruplar halinde dolaşır ve sokak başlarında yüzleri birbirine dönük olarak halkalanır, Kerbela ağıtları söylerlerdi. “Kerbela’nın yazıları / Fatma Ana’nın kuzuları / Kerbela’nın tâ içinde / Yatar al kanlar içinde” gibi dokunaklı ağıtları bir ikisi okur diğerleri “Hey kaygılı cânım” diye seslenirdi. Daha sonra bu nakarat, “Hoy! Goy goy” canım şeklinde deforme oldu. Altılı gruplar halinde dolaşan aşure goygoycularının omuzlarında, her biri iki gözlü, 12 İmam’ı temsilen 12 gözlü 6 heybe bulunurdu. Aşure yapımında kullanılan her bir yiyecek için ayrılmış bu gözlere evlerden kâse ile çıkarılan erzak, konulurdu.

BURHAN EREN
TURKUAZ
(S)